Kitabın adı:Ustam ve
ben
Yazarı: Elif Şafak
Doğan kitap
Elif Şafak'ın genel
olarak yazım dilini pek severim, bu nedenle yine keyifle okuduğum bir kitap
oldu "Ustam ve Ben"..
Usta yani Mimar
Sinan ve onun 4 kalfasından biri olan Cihan'ın kimi zaman gerçek kimi zaman
hayal ürünü hikayesini dinliyoruz bu kez yazardan. Kitap 99,5 yaşına kadar
yaşamış ve 3 Osmanlı padişahı dönemine tanıklık etmiş Mimar Sinan'ı biraz daha
yakından tanıma fırsatı sunuyor bize.. Sadece Süleymaniye veya Selimiye değil
dört yüzden fazla eser bıraktığını öğreniyoruz mesela, ya da ölmeden 1 hafta
önceye kadar canla başla çalıştığını, en kıymet verdiği şeyin eserleri olduğunu
hissediyoruz ama babacan tavırlarını da görüyoruz bol bol. En yakınım dediğin
kişiye bile güvenemeyeceğimizi, hayatın her an karşımıza beklenmedik şeyler
çıkarabileceğini zaten her birimiz biliyoruzdur diye düşünüyorum, tekrarlıyoruz
bu kitapta..
Cihan bir gemide
beyaz ölmek üzere olan bir fille çıkıyor karşımıza, Osmanlı sarayına girebilmek
için de kendini filin bakıcısı olarak tanıtıyor, Hintli bir bakıcı. Gemi
kaptanı tarafından tehdit ediliyor ve hırsızlık yapmak zorunda bırakılıyor.
Vicdanlı olmasına rağmen eli son derece hünerli bir hırsız ve bir şekilde
yolları Mimar Sinan ile kesişiyor. Hem filin bakıcısı oluyor, kendisine
derinden bağlanıyor hem de Mimar Sinan'ın kalfası olabilmek için deliler gibi
çalışıyor. Sultan Süleyman'la beraber fili ile savaşa gidiyor, kan revan canavarlaşan
insanları yakından görüyor, Mimar Sinan'la birlikte yine filin desteği ile eserlere
destek oluyor, yeri geliyor hapse düşüp aylarca güneş yüzü görmüyor, yeri
geliyor sağlam kemiği kalmayıncaya kadar dövülüyor. Bu arada gönlünü Mihrimah'a
kaptırıyor, onun sadece oyuncak gibi oynadığı bir kulu olduğunu bilmeden kör
kütük aşık oluyor. Zor zamanlarından hep bir çingene sayesinde kurtuluyor oluşu
da bir değişik bakış açısı kazandırıyor bizlere, tiksintiyle baktığımız
insanlara bile muhtaç olabildiğimizi gösteriyor yazar bize defalarca.
Mimar Sinan geceli
gündüzlü kendini yaptığa işe verip mükemmeli yakalamak için koşturuyor yine de her
eserinde kimsenin göremeyeceği bir ufak kusur bırakıyor. O dönemde gelen
vebanın aldığı insanları, yangınları ve selleri izliyoruz zaman zaman. 4
kalfadan birini dilsiz Yusuf zannederken kız olduğu anlaşılmasın diye Mimar
Sinan tarafından dilsizmiş gibi gösterilen odalık ama çok yetenekli Sancha
olduğunu öğreniyoruz. Bir diğer kalfasının ise yapayalnız vebadan ölümüne
tanıklık ediyoruz. Yakın arkadaş Davud'un esasında bir hain olduğunu, paraya
pula şaşaaya düşkünlüğünü ve özünde Osmanlı'dan nefret ettiğini görüyoruz. Onun
hainliğini öğrendiğinde çorap söküğü gibi konular bir anda annesi tarafından
istemediği bir adamla evlendirilen, babasına aşık, hem çok duygusal hem çok
acımasız ve güçlü bir kadın olan Mihrimah'a bağlanıveriyor. Babasına ceza
vermek istedikçe Davud'u kullanarak Mimar Sinan'ın eserlerini yavaşlatmak için
tuzaklar kurduğunu okuyoruz. Aralarda Takiyeddin'in, usta gök bilimcinin
rasathanesini ve kitaplarının nasıl yakılıp yıkıldığını görünce içimiz acıyor. Sonunda
Mimar Sinan, bu çok çalışkan, 50 yıl ser mimarlık yapmış adam 99,5 yaşında her
eserinde bıraktığı kusur gibi kendini de 100'e tamamlamadan göçüp gidiyor bu
diyardan. Cihan'da yüz yaşını aşmış, Hindistan'da Tac Mahal eserine destek
olurken ölüyor. Upuzun ömürlere sığan binlerce hikaye, soğuk harem koğuşlarında
milyonlarca olay, güçlü kadınlar, boğdurulan kardeşler, iki dudağın arasında
geçen ömürler... Bilmediğimiz, şaşırdığımız hikayeler değiller ama büyük ustaya
saygıyla detaylara inmek ilgi çekici idi...
Bu akıcı kitabı 470
sayfasına bakmadan bir nefeste okuyacağınıza eminim...
Sevgiler,
Ece