27 Aralık 2018 Perşembe

Satranç; insanın yalnızlık ile savaşı!



2018 yılının benim için son kitap özeti ile karşınızdayım; yine bir dünya klasiği, Satranç.

Kitabın adı:Satranç
Yazar adı: Stefan Zweig
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Satranç su gibi akıcı bir kitap, çoğu dünya klasiğini okumaya çalışırken sıkılabiliyoruz dönem dönem. Ama satrançta olaylar çok akıcı ve öyle güzel bir kurgu ile yazılmış ki tek günde bile bitirebilirsiniz:)
Yalnızlığın insan üzerindeki korkunç etkisini, iletişimin her birimizdeki muazzam yerini gözlemliyoruz kitapta. Yazar, öyle güzel anlatmış ki, o psikolojiyi iliklerinize kadar hissediyorsunuz.

Kitap NewYork'tan yola çıkan ve bir anda bütün benim diyen satranç ustalarını yerle bir eden bir dünya şampiyonunu turnuvaya taşıyan bir gemide başlıyor. Öyle bir şampiyon ki küçükken bir rahip tarafından büyütülen, çok geç konuşan okumayı yazmayı lise döneminde ancak öğrenebilen ancak izlediği her hamleyi kafasına kazıyıp satrançta ustalaşan paragöz ve kibirli biri. Gemideki popüleritesi dünyadakinden farksız tabiki, bir kaç kişi birleşip kendisine karşı oyun oynamak istiyorlar ve her el yeniliyorlar doğal olarak. Sonrasında sessiz bir kahraman çıkıyor ortaya ve daha ilk elden onu alaşağı ediyor ama nasıl utana sıkıla, nasıl çekinerek. Hem de bu zamana kadar gerçek bir satranç tahtası ile tek bir oyun oynamamış olmasına rağmen..
İşte burada kitap benim için başladı:) Aslında kitap; Gestapo döneminde rehin alınan ve önemli belgeler hakkında bilgisi olan bir avukata, tüm metotlardan farklı olarak "yalnızlıkla" işkence edilmesini konu almış. Yalnızlık dediğimiz şey, bir odada gerçekten mutlak bir sessizlik! Sadece sorgu için arada bir odadan çıkarılan avukat, zaman kavramı bilemeden delirmek üzere iken tamamen bir tesadüf sonucu bir satranç kitabına ulaşıyor. En güzel satranç hamlelerinin bir arada toplandığı bu kitap onun kurtuluşu için ciddi bir desteğe dönüşüyor.
Tüm oyunları karşısında biri varmış gibi kafasında çizdiği satranç tahtasında oynuyor önce, aylarca bu şekilde kendinde kalan ve düşündükçe beyni açılan, kendini daha zinde hisseden kahramanımız sonunda ezbere oynanan oyunlar bitince kendi ile oyun oynamaya karar veriyor. 8-9 hamle sonrasını içindeki diğer kişi için düşünüp her ikisi için de doğru hamleyi yapmaya çalışması onu allak bullak ediyor. Kendiyle çelişiyor, konuşuyor, kızıyor, kendine gülüyor.. Ve biz bunları yanımızda hatta içimizde oluyormuş gibi hissediyoruz. Gerçekten klasikleri bu yüzden çok seviyorum. Tüm ruh hallerini iliklerime kadar hissediyorum kahramanların.
Herşey bir yana benim için ayrı güzelliği ise, taşların hareketleri dışında bir şey bilmeyen ve satranca biraz uzaktan bakan kişiler için zihninizi uçsuz bucaksız geliştiren nasıl koca bir dünya olduğunu gözler önüne sermesi.
Bu arada yazarın gerçek hayatta, 2. Dünya savaşı sonrası ruhunun acısını dindirememiş, hayatına son vermiş olması da ilginç ve üzücü...

Bizden geçti demesem de satranca odaklansam mı acaba, ne dersiniz:)?


2018 nasıl geçti emin değilim, aslında 2017'ye göre dillere destandı:) Yorucu ama keyifliydi. Duygusal buhranların yanında aşırı sevinçler de vardı. Yeniliklerle dopdoluydu.. İsterim ki 2019 bi tık üstüne geçsin, buhranlar yoka yakın olsun, sevgi herşeyin üstesinden gelsin...

Aklımda daha çok güzel anıların canlansın 2018, hoşçakal..

Sevgiler,
Ece



23 Aralık 2018 Pazar

Hortumlu dünya!


Bu haftaki kitabımın uzun bir ismi var; çocuk kitabı hissiyatı uyandırıp "yalnız" kelimesi geçmesine rağmen pozitif bir görselle olumlu bir imaj çizmişti kafamda ve merak edip aldım.
İyi ki almışım:)

Kitap adı: Şu hortumlu dünyada fil yalnız bir hayvandır
Yazarı: Ahmet Şerif İzgören
Elma Yayınevi

İlk kez okuyorum sayın Ahmet beyin kitabını ve bu güne kadar nasıl almamışım kitaplarını diye kendime biraz kızdım açıkçası. Öncelikle çerez gibi yutuyorsunuz kitabı, nasıl hızlı akıyor inanamazsınız. Konuşma diliyle yazılmış, sanki gerçekten kızına anlatıyor da o sohbeti dinliyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Hayatı ve kendinizi sorgulatan bir kitap. Tek bir konuya odaklanmıyor, çeşitli örneklerle sizi kimi zaman duygusallaştırıyor (baya gözlerimin dolduğu anlar yaşadım) veya gülümsetiyor.

Mesela kendimiz olmak üzerine diyor ki; "Duştaki gibi şarkı söyleyin, piknikteki gibi yemek yiyin. Çayınızı televizyon karşısındaki gibi höpürdetin, davar olduğunu düşündüklerinize olduğu gibi söyleyin, baş başaymış gibi dans edin. "Seni seviyorum" derken insanların gözlerine bakın. Aslında ne kadar basit ama ne kadar bizi biz gibi hissettiren şeyler, kaçımız uyguluyor bunları günlük yaşamında bilmiyorum.

Genel olarak kitabın tarzını anlamanız açısından bir ufak kesit daha sunacağım sizlere; "Zengin bir insan hayatta en çok şeye sahip olan değildir, en az şeye ihtiyacı olandır. Sevdiğiniz insanları bir kaç saniyede yaralayabilirsiniz; ama yaralarını iyileştirmek yıllar alabilir. Sizi çok seven insanlar vardır; ama duygularını nasıl ifade edeceklerini bilemeyebilirler. İki kişi aynı şeye bakabilir ama farklı şeyler görebilir. Bazen başkaları tarafından affedilmek yetme, siz kendinizi affetmelisiniz."

Yukarıda bahsettiğim doğrultuda hayata dair farkındalıklar katıyor, çoğumuzun bildiği, kimi zaman bildiğini farketmediği, kimi zaman bilse de umursamadığı veya umursayamadığı durumları net bir şekilde gösteriyor bizlere. Bence okunmalı, elbet biraz içinize dokunan anlar bulacak ve daha mutlu hissedeceksiniz.

Şimdi ve gelecekle ilgili yaptıklarımız aldığımız kararları da sorgulatıyor bizlere. Başarı ile ilgili, yaptığınız işi sevmek ve bunun hayatınıza kattıkları ile ilgili nefis sorgulamalar yaptırıyor. O kadar kıymetli ki cümleleri, bir çoğu "hayat felsefemiz" olabilecek tatta.
Tabi ki o kıymetli cümlelerden biriyle bitiriyorum yazımı; özgürce aldığımız kararlar sonucunda da mutsuz olabiliriz ama en azından mutsuzluğumuzun koşullarını biz belirleriz, başkaları değil!

Okuyalım, katalım kendimize, çoğalalım..
Sevgiler,
Ece

17 Aralık 2018 Pazartesi

Bir Amerikan rüyası ve Dünya Klasiği; Muhteşem Gatsby



Haftaya güzel bir klasik ile başlayalım istedim; Gatsby'nin muhteşem ama bir o kadar da hüzünlü hikayesine hazır mısınız?

Kitap Adı: Muhteşem Gatsby


Bu güzel kitabın bir filmi de var ama henüz izleyebilmiş değilim, Leonarda Di Caprio'nun oynadığı 2013 yapımı film imdb'de 7.3 almış. Gelelim kitap versiyonuna; fakir oğlan Gatsby'nin kendini yeniden var etmiş halini görüyoruz kitabın tamamında. Coşkuları, o bol parıltılı, zevk dolu hayatları ile tam bir Amerikan rüyası anlatılmış. Son derece akıcı bir dille ve harika tasvirleri ile direk gözünüzde canlanıveriyor Gatsby'nin evinde yapılan müthiş renkli partiler. Kitabı okurken her an Jordan'ın o ukala bakışları ile karşılaşacağınızı hissediyorsunuz veya Gatsby pencere önünde beklerken onu acıyan gözlerle izliyorsunuz. Zaten klasikleri klasik yapan onların bu denli zihnimizde canlanmaları değil midir? Kitabın içine girip onların mutluluğu ile sevinir, hüzünleri  ile ağlar halde buluruz kendimizi, dönemi net olarak inceleyebiliriz. Tam bir klasik "Muhteşem Gatsby" de..

1920'lerin şaşaasında, Gatsby'nin muhteşem partilerini duymayan kalmamıştır. Çoğu kendisini birebir tanımaz bile, ancak kapısı tüm eğlence düşkünlerine açıktır. Arkasında yatan tek sebep ise takıntı boyutunda aşık olduğu Daisy'ye, fakir bir adam olmadığını, ona layık ve sevgisini hak eden birine dönüştüğünü göstermek içindir. 5 yıl önce fakir bir gençkken gittiği askerlik döneminde, uzaktan ilişkilerini yönetmeye çalışmışlar ancak Daisy'nin hızla, "herkes için uygun!" bulunan bir adamla evlenme arzusu onları ayırmıştır. Daisy evlenmiş, çocuğu ve onu aldatan kocası ile sıradan bir hayat sürmeye başlamıştır. Yıllarca onu tekrar kazanacağı anın geleceğini hayal eden ve bunun için tüm planlarını ince eleyip sık dokuyan Gatsby, aslında gerçek aşkının onun düşlediği gibi biri olmadığını farketse de görmemezlikten gelecek ve bambaşka olayların suçlusu bulunarak, saçma bir intikam olayının ortasında öldürülecektir. Cenazesinde, o yüzlerce kişinin katıldığı partilerden ona vedaya gelebilen sadece tek kişi olacaktır.

Okuduğunuzda takıntıların hayatınıza etkisini net bir şekilde görebileceksiniz ve ayrıca insanın istediğinde neleri başarabileceğini de...
Kitabın sonunda şu söz dönüp durdu aklımda, sizlerle de paylaşmak istedim;
"İnsan kendisini hiç bir zaman başkasının insafına bırakmamalı"

Hepinize nefis bir hafta diliyorum,

Sevgiler,
Ece


21 Kasım 2018 Çarşamba

Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens ; Gerçek Hikayemiz


Müthiş bir hikaye, bizim hikayemiz. 
Aslında gerçekler diyelim, bilimin ışığında nerden nereye geldik ve ürkütücü olanı nereye doğru gidiyoruz tüm netliğiyle sunulmuş bize. Bir hayvandan nasıl insana dönüşmüşüz? Tavrımız, davranışımız, değerlerimiz nasıl değişmiş? Savaşmışız her alanda, şimdi ne için savaşıyoruz? Çok farklı yorumları ve sarsıcı bilgileri ile Homo Sapiens zorlu bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.

İlk soracağım soru bunları duymaya gerçekten hazır mıyız?

Belli başlı dikkat çekici kısımlarını aşağıda yazdım, direk kitaptan alıntıdır. Ama bu şaşırtıcı kitabı muhakkak okumalısınız, kim olduğunuzu görebilmek için okuyun...

Kitap Adı: Hayvanlardan Tanrılara Sapiens
Yazarı: Yuval Noah Harari
Kolektif Kitap 


Sevgiler,
Ece


* Aslanlar Panthera leo olarak adlandınırlar, Panthera cinsinin leo türü. Bu kitabı okuyan herkesin Homo sapiens olduğunu varsayabiliriz. Homo (insan) cinsinin sapiens (zeki) türü.

* Yalnızca 6 milyon yıl önce, tek bir dişi maymunun iki kızı oldu. Bunlardan biri tüm şempanzelerin atası olurken, diğeri de bizim büyükannemiz oldu.

* İlk taş aletlerin en önemli kullanım alanlarından biri kemikleri kırarak kemik iliğini almaktı. Bazı araştırmacılar bunun insanların ilk orijinal buluşu olduğunu düşünüyorlar. Ağaçkakanların ağaç gövdelerinden böcekleri almakta uzmanlaşmaları gibi, ilk insanlar da kemik iliği çıkarmakta ustalaşmışlardı.

* Karışım teorisi mi yerine geçme teorisi mi, 150 bin yıl önce Doğu Afrika’ya yerleşen Homo sapiens’in sonradan dünyanın geri kalanına yayılıp, yaklaşık 70 bin yıl önce de diğer insan türlerini ortadan kaldırmaya başladığını gördük.

* Atalarımızın yaşadığı savanlarda ve ormanlarda yüksek kalorili tatlılar nadiren bulunurdu ve gıda da çok bol sayılmazdı. 30 bin yıl önce yaşayan sıradan bir avcı toplayıcının tek bir tatlı yiyeceğe erişimi vardı: Olgunlaşmış meyve. Bir Taş Devri kadınının incirlerle dolu bir ağaç gördüğünde yapacağı en akıllıca şey, bunlardan olabildiğince fazla yemekti, ta ki o yöredeki bir babun grubu ağacı ele geçirene kadar. Yüksek kalorili yiyeceklerle tıkınmak bu yüzden genlerimize kazınmıştır.

* Köpek Homo sapiens tarafından evcilleştirilen ilk hayvandı

* Tarım Devrimi’nden önce tüm gezegenin toplam insan nüfusu günümüz İstanbul’undan daha azdı.

* İlk dalga avcı toplayıcıların, ikinci dalga çiftçilerin yayılmasıyla gerçekleşirken,sanayi faaliyetlerinin günümüzde sebep olduğu üçüncü dalga ise bu ikisini takip ediyor.

* Ortalama çiftçi ortalama avcı toplayıcıdan daha fazla çalışarak karşılığında daha kötü besinlere sahip oldu. Tarım Devrimi tarihin en büyük aldatmacasıdır.

* Para insanların neredeyse her şeyi, her şeyle değiştirebilmesini sağlayan evrensel bir araçtır. Tarihteki bilinen ilk para olan Sümer arpası En yaygın kullanılan ölçü, aşağı yukarı bir litreye denk
gelen si/a’ydı.

* Paranın tarihindeki asıl kırılma noktası, insanlar kendinden bir değeri olmayan ama depolaması ve taşıması kolay olan paraya güven duymaya başladıklarında oldu. Bu anlamda ilk para, yaklaşık MÖ 3000’de Mezopotamya’da ortaya çıktı.

* Binlerce yıl boyunca filozoflar, düşünürler ve peygamberler parayı lanetleyerek onu tüm kötülüklerin kökeni olarak gösterdi. Öyle olduğunu kabul etsek bile para aynı zamanda insan hoşgörüsünün doruk noktasıdır.Para insanlar tarafından
yaratılmış ve neredeyse tüm kültürel farkları aşabilen tek güven sistemidir, ayrıca din, cinsiyet, ırk, yaş ve cinsel yönelim üzerinden ayrımcılık da yapmaz.

*Artık kimse aşağı ırkları veya insanları ortadan kaldırmaktan bahsetmiyor ama pek çok kişi insan biyolojisiyle ilgili sahip olduğumuz bilgiyi kullanarak süper insanlar yaratmak konusunda kafa yoruyor.

* Bir İspanyol köylüsü 1000 yılında uyuyakalıp, beş yüz yıl sonra Kolomb’un mürettebatının Nina, Pinta ve Santa Maria gemilerine binerken çıkardığı patırtı esnasında uyanmış olsaydı, dünya yine de gözlerine çok tanıdık gelirdi. Buna karşılık, Colomb’un denizcilerinden biri benzer bir uykuya dalıp 21. yüzyılda bir iPhone’un sesiyle uyansa, etrafındaki dünya tanıyamayacağı kadar yabancı gelirdi. Kendi kendine “Yoksa burası, cennet ya da cehennem mi?” diye sorabilirdi.

*1500 yılında dünyada yaklaşık 500 milyon Homosapierıs vardı. Bugünse bu sayı tam 7 milyardır.

* 1500 yılında insanlar tarafından üretilen toplam mal ve hizmetlerin bugünkü dolar üzerinden değeri yaklaşık 250 milyardı,78 bugünse yıllık üretim yaklaşık 60 trilyon dolar.

* Geçtiğimiz beş yüz yılın en önemli olayı 16 Temmuz 1945 sabahı saat 5:29:45’te gerçekleşti. Tam olarak bu saniyede Amerikan bilimcileri ilk atom bombasını New Mexico eyaletinin Alamogordo şehrinde patlattılar. Bu andan itibaren insanlık, sadece tarihin akışını değiştirebilme değil, tarihi sona erdirebilme kapasitesine de sahip oldu.

*Alamogordo’ya ve Ay’a ayak basmaya izin veren tarihsel süreç Bilimsel Devrim olarak bilinir.


*Tarım, ekonomi, tıp ve sosyolojideki son buluşlara dayanarak fakirliğin ortadan kaldırılabileceği,artık üzerinde uzlaşılan bir fikirdir. Çoğu ülkede insanlar açlıktan ziyade obezite yüzünden ölüm tehlikesi altındadır.

* 1775 yılında Asya dünya ekonomisinin yüzde 80’i demekti. Hindistan ve Çin’in ekonomileri tüm dünya üretiminin üçte ikisini karşılıyordu;Avrupa ekonomik bir cüceydi Küresel gücün merkezi ancak 1759’la 1850 yıllan arasında, AvrupalIlar
Asya güçlerini bir dizi savaşta yenip Asya’nın geniş bölgelerini fethedince Avrupa’ya kaydı

* Avrupa, erken modern çağda, sonradan dünyayı fethetmesini sağlayacak modern bilim ve kapitalizm geliştirmişti.

* Uzakdoğu ve İslam dünyası, Avrupa’dakiler kadar meraklı ve zeki insanlar yetiştirdiler ama 1500’le 1950 arasında Newton fiziği ya da Darwin biyolojisine yaklaşabilecek herhangi bir şey üretemediler.

* 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’dan yola çıkan neredeyse her önemli askeri seferde, bilim insanları da mevcuttu. Avrupalıları sıradışı yapan şey keşfetmek ve fethetmek konusunda benzeri görülmemiş doyumsuz hırslarıydı

* Bilim sadece imparatorluklar tarafından ilerlemedi, daha fazla para kazanmak için uğraşan işadamları olmasaydı, ne Kolomb Amerika’ya ne James Cook Avustralya’ya ulaşır, ne de Neil Armstrong Ay’ın yüzeyindeki o küçük adımı atabilirdi.

* “Üretimin kârı üretimi artırmaya yatırılmalıdır,” Ortaçağ asilleri altın ve gümüşten renkli kıyafetler giyer, vakitlerinin büyük bölümünü ziyafetlere, karnavallara ve şatafatlı yarışmalara katılarak geçirirlerdi. Modern CEO’larsa, takım elbise denilen koyu renkli sıkıcı kıyafetler giyerek caka satarlar ve eğlenceye fazla zaman ayırmazlar.

*Kredi yeni keşifleri finanse ediyordu, keşifler kolonilerin kurulmasını sağlıyordu, koloniler kâr getiriyordu, kâr güven sağlıyordu, güven de daha fazla kredi anlamına geliyordu

* VOC Hint Okyanusu’nda faaliyet gösterirken, Dutch West Indies Company (WIC) Atlantik’i yağmalıyordu. Hudson nehrindeki ticareti kontrol edebilmek için WIC nehrin güneyindeki bir adada New Amsterdam adında bir yerleşim kurdu. Bu koloni Kızılderililer tarafından tehdit ediliyor ve İngilizlerin de sıklıkla saldırılarına maruz kalıyordu. İngilizler 1664’te burayı ele geçirerek adını New York yaptılar. Kızılderililere ve İngilizlere karşı WIC tarafından yaptırılan savunma duvarlarının kalıntıları,
bugün dünyanın en ünlü caddesidir: Wall Street (Duvar Caddesi).

* Avrupa’yı kasıp kavuran Sanayi Devrimi, bankerleri ve sermayedarları zenginleştirdi ama milyonlarca işçiyi sefalet içinde fakirliğe mahkum etti.

* Et, süt ve yumurta üreten ve tüketen çoğu insan, etlerini veya ürünleri yedikleri bu tavukların, ineklerin ve domuzların akıbetini düşünmez. Düşünenlerin çoğu da, bu hayvanların duygularının olmadığını, acı çekmeyen makineler olduğunu iddia ederler. Bu hayvanlar fiziksel acı hissettikleri gibi, aynı zamanda duygusal sıkıntılar da yaşıyorlar.

*Her yıl ABD nüfusu diyetlere, dünyanın geri kalanının tamamındaki aç insanları beslemeye yetecek miktardan daha fazla para harcıyor. Zenginlerin uyduğu birincil emir “yatırım yap!”ken, geri kalanların uyduğu birincil emir “satın al!”dır.

* Belki de günümüzden 65 milyon yıl sonra akıllı fareler, insanlığın neden olduğu yıkıma tıpkı bizim dinozorları yok eden göktaşına baktığımız gibi minnetle bakacaklardır.

*Günümüzde her yıl, devrim yılıdır. Bugün, otuz yaşında biri bile, kendisini dinleyen şaşkın gençlere “ben gençken dünya bambaşkaydı” diyebilir.

* 2002’nin rakamları daha da şaşırtıcı. 57 milyon ölümün sadece 172 bini savaşlar yüzünden ve 569 bini de cinayet sonucu gerçekleşmiş. Buna karşılık 873 bin insan intihar etmiş. Ortalama bir insanın kendisini öldürme ihtimali bir terörist, asker veya uyuşturucu satıcısı tarafından öldürülme ihtimalinden daha yüksek

* Bugün nihayet mutluluğun sırrının biyokimya sistemimizde olduğunu anladığımıza göre, zamanımızı politika ve sosyal reformlarla, siyasi mücadele ve ideolojilerle ilgilenmekle geçirmeyi bırakıp bizi gerçekten mutlu eden tek şeye odaklanabiliriz: biyokimyamızı manipüle etmek. Bu aslında oldukça üzücü bir sonuç; mutluluk gerçekten kendi kendini kandırmaya mı bağlıdır?

* Belki bunu henüz yapamıyoruz ama süper insanlar yaratmamızın önünde aşılmaz teknik engeller var gibi görünmüyor. Asıl engel insanlar üzerindeki araştırmaları yavaşlatan etik ve siyasi itirazlar.

Neler olabilir?

* Sigorta şirketleri DNA taramalarımızı isteme ve eğer genetik yapımızda dikkatsiz hareket etmeye yönelik bir eğilim keşfederlerse primlerimizi yükseltme hakkına sahip olacaklar mı? Veya potansiyel işverenlere özgeçmişimizi değil de DNA’mızı mı göndermemiz gerekecek? Bir şirket yeni bir canlı veya organ yaratıp bunun DNA diziliminin patentini alabilecek mi?

* Cevap bekleyen en önemli soru, “Neye dönüşmek istiyoruz?” değil, “Neyi istemek istiyoruz?”dur. Bu soru karşısında ürpermeyenler muhtemelen soru üzerinde yeterince düşünmemiştir.

* 70 BİN YIL ÖNCE, HOMO SAPİENS hâlâ Afrika’nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı. İlerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi. Bugün ise bir tanrı hâline gelmenin, sadece ebedi gençliğin değil, yaratmak ve yok etmek gibi ilahi becerileri de ele geçirmenin arifesinde.

* Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz. 

Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?



19 Kasım 2018 Pazartesi

Pörfinya'nın Anne Kız Tatili; Ayrı anne-babaların çocukları da mutlu yaşayabilir, keyifli bir kitap önerisi

Merhabalar,

Bugün size çok keyifli bir kitaptan bahsedeceğim; kendi yazdığım ilk çocuk kitabım olan "Pörfinya'nın Anne Kız Tatili" kitabından.
Anne - babası ayrı olan çocukların, zorlanıp kaygılansalar da mutlu olabileceklerini, normal bir hayatları olabileceğini anlattığım 5-10 yaş aralığına uygun olan kitap Türkiye'de bu konunun bu tarzda işlendiği ilk kitap olma özelliğini taşıyor. 
Ayrıca "Pörfinya'nın Hikayaleri" serisinin de ilk kitabı... Kitap iki psikoloğun denetiminden geçmiş olup Ceren İlkgöçmen'in çizimlerini taşıyor...

Konusunu özetlemek gerekirse;

Pörfinya'nın iki evi var; biri annesi ile yaşadığı diğeri de babası ile yaşadığı.
 
Anne ve babası birlikte keyifli zaman geçiremiyor ama Pörfinya ile geçirdikleri zamanlarda çok mutlular, Pörfinya da öyle..
 
Tatlı Pörfinya'nın bazen annesi ve bazen de babası ile olan hikayelerine rastlayacaksınız; kimi zaman zorlansa da her seferinde çok mutlu olduğunu ve ne şanslı bir çocuk olduğunu hissettiği güzel hikayelerine...


Kitap adı: Pörfinya'nın Anne Kız Tatili
Yazarı: Ece Hazal Genc
Tilki Kitap Yayınevi

Kitabı çoğu D&R'da bulabilirsiniz, ancak direk internetten daha hızlı ulaşım için;
kitapyurdu linki ile buradan alabilirsiniz

Umarım bir çok çocuğa ulaşır ve büyülü dünyalarında güzel bir çiçek ekme şansını yakalarım:)

Sevgiler,
Ece

5 Kasım 2018 Pazartesi

Takılmasın Kafanıza Gereksiz Hiçbir Şey..



Bu haftaki kitabımız "Ustalık gerektiren kafaya takmama sanatı". Gayet hızla okunabilen akıcı bir dili var kitabın. Anlattıkları da şöyle bir düşündürüyor sizleri, haklı aslında diyorsunuz..

Kitabın Adı: Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı
Yazarı: Mark Manson
Butik Yayıncılık

Herşey, her zaman istediğimiz gibi gitmeyebilir bu hayatta. Kafaya takılacak bir sürü şey çıkar karşımıza, kurar dururuz üzerinde. Evet, takmadan geçmiyor hayat farkındayım madem öyle gerekli şeyleri kafaya takın diyor yazar. Negatif duygularınızı inkar etmek hiç bir işe yaramaz aksine sizi daha da içine çeker ve duygusal bozukluğa sebep olur. En mantıklı şey kabullenmektir bu duyguları, kabullenmek demek, hayata küsmek gibi değil ama kesinlikle. Farkında olmak, yapabilecek bir şey varsa düşünüp yapmak için gerekli. Ne de olsa insan Polyanna da değildir ki, devamlı pozitif duygularla geçsin hayat. Negatifliğini görüp ona göre gardını almak insanı güçlendirir. Negatif duyguyu inkar etmek ise uzun süreli çöküntülere sebep olabilir.
Kafanıza takmaya değer şeyleri alın, düşünün harmanlayın size etkisini farkedin ve harekete geçin. Bu gün gerçekten kötü bir gün diyebilin, diyin ki değiştirmek elinizde olsun.   Değerlerimize ve önceliklerimize bakıp onları daha iyileri, daha sağlıklı olanlarıyla değiştirmeden önce halihazırdaki değerlerimizden emin olmalıyız.
Kitap, mutlulukla ilgili yazılan çoğu kişisel gelişim kitabını çöpe attırıyor. Herkes aşırı mutlu olmak zorunda değil ki diyor, öyleyse bir terslik var zaten diye ekliyor. Sosyal medyada o hep muhteşem mutlu karelerle mi yaşıyor insanlar sizce, elbette hayır. Arada bunalabilir, sinirlenebilirsiniz gayet normal, sonrasında ayağa kalkacak gücü bulmak farkındalıkla olur diyor kısacası.

Bence okumakta fayda var, farklı bir bakış açısı katabilir sizlere.

Sevgiler,
Ece






17 Eylül 2018 Pazartesi

Sevdiğiniz Yaşamı adım adım Tasarlayın


Bugün, biraz yazarın ama çokça sizin uğraşmanız gereken, kendinizi daha net tanıyabileceğiniz bir kitaptan bahsedeceğim...

Kitabın adı: Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın
Yazarı: Ayşe Birsel
Optimist Yayınları

Yazar, kendinizi yakından görmeniz, neye daha çok değer verdiğinizi hissetmeniz ve hayatınızı bu değerlerinize göre planlamanız ve şekillendirmeniz için adımlar sunuyor. Her bir adımda ise size ne yapmanız gerektiğini kendi örnekleri ile gösteriyor ve boş bıraktığı/yönlendirdiği sayfalar ile sizin de aynı yolda ilerlemenizi sağlıyor. Kendi yolunuzu çiziyorsunuz, çizip yazdığınız ve hayal ettiğiniz şeyler daha da yakınlaşıyor size. Hayalinize nasıl gideceğiniz netleşiyor gözünüzde. Farkında olmasanız da hangi konu baskınsa sizin için, kitabınızın sayfalarından geriye doğru baktığınızda öne çıkan kelimeler hep onlar oluyor.

Örneğin kitap yazma isteğim vardı benim, çizdiğim kıvırcık saçlı, göğsünde kırmızı kalbi olan kızın mutlu olması için neler önemli onları tek tek baloncuklar halinde yazdım. Bir de baktım ki sonraki sayfalarda sadece kitap yazma ile ilgili kocaman bir sayfam oluşmuş. Yanda resmini görebilirsiniz.

Ya da hayatınızda çok değerli olan bir kişi veya bir şeyin resmini çiziyorsunuz. Yaşamınızda değer verdiğiniz her şeyi birer baloncuğa alıyorsunuz. Onları da daha alt baloncuklara ayırıyorsunuz. Aslında yapmanızı istediği şey, sizleri siz yapan değerlerin özüne inip onları bozmanız ve sonra düşünüp istediğiniz şekilde tekrar yapmanız. Hayal kurduruyor size, amaçlarınızı netleştirmenizi sağlıyor. Adım adım atmanız gereken adımları yazmanızı veya çizmenizi bekliyor. Yaşamınızın kilit malzemelerini keşfetmeniz için düşünmeye teşvik ediyor sizi.

Sevdiğiniz yaşamın duygusu ne mesela düşündünüz mü? Sevgi mi aşk mı mutluluk mu? Fiziksel yönleri ne; gezmek, okumak ya da yazmak.. ? Sevdiğiniz yaşamın ruhu ne? Size bunu bulduruyor ve koşun ona diyor. Sevdiğiniz yaşam buysa diğer duygulardan çok, yaşamınızı değerli kılacak duygulara yönlenin.

Size bir kaç mektup yazdırıyor sonra, istediğiniz birine ve kendinize. Diyorsunuz ki ben farkettim ki şuan .... böyleyim, ama bundan 3 yıl-5 yıl sonra .... şöyle olacağım, ey ben! bak bakalım 5 yıl sonra hayallerim ne kadar gerçekleşti:)




Ben kendimle ilgili bir çok şeyi farkettim. Ne istediğimi, kimlerle, neyle, ne zaman neleri yapmak istediğimi kafamda netleştirdim.
Aynı şekilde sizlere de yol gösterici olmasını diliyorum.

Sevgiler,
Ece


4 Eylül 2018 Salı

Aeden, Bir Dünya Hikayesi



Şoktayım, bir kitap bir insanı ne kadar etkileyebilir? Neler katabilir ruhuna, insanlığına? Ne kadar farkındalık yaratabilir? Ve bunu nasıl çok akıcı ve sürükleyici, hiç sıkılmadan okunabilir hale getirebilir bir yazar?
Azra Kohen'i Fi, Çi, Pi serisi ile tanımıştım. Zaten insana ve özellikle doğaya olan sevgisi ve insanları bilinçlendirmek için yaptığı çağrıları orada azar azar duymaya başlamıştım. Ancak "Aeden" ile tokat gibi çarptı yüzüme insansılığım.

İçimizi, yaptıklarımızı gözümüzün önüne seriyor. Herkes kendini görecek bir nokta buluyor kitapta, bu farkındalığı yaşayamam demeyin, lütfen okuyun. Kalplerinize ve beyinlerinize dokunması dileğimle...

Kitap Adı: Aeden
Yazar: Azra Kohen
Everest Yayınları

Kitap, yazarın esas anlatmak istediğini, insanların duygularını tetikleyerek, merak-heyecan-istek uyandırarak, ham bilgi verip yormadan, sıkmadan anlatıyor. Aslında bildiğimiz şeyler, balinaların katledilerek insanlara güzellik kremi yapılması veya fokların kafalarına vurularak öldürülüp kürklerinin kullanılması ya da soğuyan ruhlarımız, sadece telefonla kurduğumuz iletişim çağımız, moda tanrısına tapmamız... Bunların hepsi gayet tanıdığımız bildiğimiz şeyler. Şimdi böyle yazınca sıkıcı, üzücü veya bunlarla mı uğraşacağım tadında geliyor olabilir. Gelmesin! Çok farklı bir anlatım var, bir hikaye var ki insana bilmediği de çok şey katan. İnsan aşkı arasında harmanlanmış nefis bir dünya aşkı anlatılıyor... Muhteşem fizik, akıl sahibi Sonje ile, kendisini bir hiç gibi gören ve içindeki potansiyelin farkında olmayan Numi arasındaki kavga ile başlayıp büyük bir tutkuyla tamamlanan aşk hikayesi. Bunun yanında dünyayı değiştirip insansı parazitlerden korumaya çalışan vicdanlı insanlar, yaşama sahip çıkan, yağmacılara dur diyen potansiyelinin farkında olan herkes, herşey gözler önüne seriliyor. Bireysel olarak neler yapabileceğimiz de var kitapda, sistemin kölesi olmak yerine kaderinin efendisi olmaktan, doğmaktan ve dönüşmekten yoksunmayanların neler yapabileceğinin hikayesi.

Şiddetle tavsiye ediyorum. Yanlış bir cümle oldu; hevesle herkesin okumasını diliyorum!
Çünkü benim anlatımım çok yetersiz kalacak.

Hakiki İnsan'ın bu gezegendeki doğuşuna tanıklık edebilmek dileğiyle diyorum sevgili dostlar ve Azra Kohen'e tekrar çok teşekkür ediyorum bana kattıkları için.

Sevgiler,
Ece

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Senin Hayatında Ben de Varım!



Bugün size ülkemizde ciddi potansiyel taşıyan bir konudan bahsedeceğim; engelliler ile hayat... Buna vesile olan yazarımız ise Yaşar Salt.

Kitabın adı: Senin Hayatında Ben de Varım
Yazarı: Yaşar Salt
Cinius Yayınevi

Yaşar'ı kişisel olarak da tanırım, çalıştığım firmada kendisi de uzun yıllardır çalışıyor. Yaşar, ben ilk işe başladığımda değnekle de olsa yürüyebilen bir arkadaş iken şu an Sendrom Ataksi denen bir genetik hastalık sebebi ile %83 engelli ve araçsız/yardımsız yürüyemiyor. Bu hastalığa diğer yakalanan çoğu kişi gibi hayata küsmedi ama! Hep güler yüzü, hep eğlenir, konuşur... Israrla ve coşkuyla tutunur hayata. Yine buna bir örnek göstermiş ve engelli hayatını tüm açıklığı ile sermiş gözlerimizin önüne..

İnsanların kimi zaman korku kimi zaman tiksinti dolu bakışlarını yazmış Yaşar. Halbuki hepiniz bir gün engelli olabilirsiniz bunun garantisi var mı demiş.. Ülkemizde %12 olan engelli topluluğundan bahsetmiş, tek başına dışarı çıkamayan, doğru düzgün sosyal hakları olmayan, annesi-babası- en yakını ilgilenmezse bakımsızlıktan ölüme mahkum olabilecek 100 kişiden 12'sinin dertlerini anlatmış. Öyle küçük bir oran değil bu ve kimin ne zaman başına gelebilir belirsiz. Yaşar'ın 11 yaşına kadar hiç bir şeyi yokmuş mesela. Koşup oynuyor, coşkuyla bisiklete biniyormuş. Ta ki abisinde de kendini daha önce göstermiş olan bu sinsi hastalıkla tanışana kadar. Azar azar yayılıyor bedene bu hastalık, koşamaz, yürüyemez sonra da neredeyse konuşamaz oluyorsun.
Yaşar, çok üzülse de küsmüyor hayata, çalışmak için aylarca iş başvurularında bulunuyor. Sonunda geliyor 12 yıldır çalıştığı şirketine. Herkes kucaklıyor onu, o da elinden geldiğince çabalıyor işi için. Yılmıyor, hayatını yaşamak için hep deniyor, sevmek ve sevilmek için bu hastalığın bir seçim olmadığını durmadan anlatıyor insanlara.
Zor bir hayat kuşkusuz, ama bakın engelli sorunları direk nokta atışlı çözümler bulan çok akıcı bir kitap yazıyor. Sosyal haklar arttırılsa, evde bakım vs hizmetleri daha aktif ve doğru şekilde kullanılsa Avrupa ülkelerinden neyimiz eksik diyor. İnsanların bakışları değişse, daha sevgi ve saygı odaklı olsak hayat daha güzel olurdu diyor. Teknoloji bu kadar gelişirken biz engelliler için de uygulamalar yazılsa hayata tutunmamız biraz daha kolaylaşır diyor. Çok samimi ve içten bir yazım dili, tüm yalınlığıyla avuçlarınızda olacak. Farkındalığınız artacak, biraz daha farklı, daha bizden bakacağız artık engelli dostlarımıza. Her vicdanlı ve potansiyel engelli insanın okuması gereken bir kitap bence. Bugün nerdeyiz, nasıl bir hayat yaşıyoruz biliyoruz ama yarın neler olabileceği hakkında hiç bir fikrimiz yok dostlar. Diğer engelli insanlar da okumalı bence, hayata biraz daha güzel ve umutla bakabilmek adına..

Hayatımızın kıymetini bildiğimiz sağlık dolu bir yaşam diliyorum herkese ve Yaşar'ın kendi söyledikleriyle sonlandırıyorum yazımı;

“Bakın şu adama! Onun çektiği zorlukları, yükünün tüm ağırlığını görün! Ama yine de büyük bir azimle ve yılmadan tüm enerjisiyle gülüyor. Peki ya siz?”

Beni tanıyan ve kitabımı okuyan insanlarda bu etkiyi yaratabilirsem ne mutlu bana…



Sevgiler,
Ece

18 Haziran 2018 Pazartesi

Elif Şafak- Ustam ve Ben ile bizlerle...



Kitabın adı:Ustam ve ben
Yazarı: Elif Şafak
Doğan kitap

Elif Şafak'ın genel olarak yazım dilini pek severim, bu nedenle yine keyifle okuduğum bir kitap oldu "Ustam ve Ben"..
Usta yani Mimar Sinan ve onun 4 kalfasından biri olan Cihan'ın kimi zaman gerçek kimi zaman hayal ürünü hikayesini dinliyoruz bu kez yazardan. Kitap 99,5 yaşına kadar yaşamış ve 3 Osmanlı padişahı dönemine tanıklık etmiş Mimar Sinan'ı biraz daha yakından tanıma fırsatı sunuyor bize.. Sadece Süleymaniye veya Selimiye değil dört yüzden fazla eser bıraktığını öğreniyoruz mesela, ya da ölmeden 1 hafta önceye kadar canla başla çalıştığını, en kıymet verdiği şeyin eserleri olduğunu hissediyoruz ama babacan tavırlarını da görüyoruz bol bol. En yakınım dediğin kişiye bile güvenemeyeceğimizi, hayatın her an karşımıza beklenmedik şeyler çıkarabileceğini zaten her birimiz biliyoruzdur diye düşünüyorum, tekrarlıyoruz bu kitapta..

Cihan bir gemide beyaz ölmek üzere olan bir fille çıkıyor karşımıza, Osmanlı sarayına girebilmek için de kendini filin bakıcısı olarak tanıtıyor, Hintli bir bakıcı. Gemi kaptanı tarafından tehdit ediliyor ve hırsızlık yapmak zorunda bırakılıyor. Vicdanlı olmasına rağmen eli son derece hünerli bir hırsız ve bir şekilde yolları Mimar Sinan ile kesişiyor. Hem filin bakıcısı oluyor, kendisine derinden bağlanıyor hem de Mimar Sinan'ın kalfası olabilmek için deliler gibi çalışıyor. Sultan Süleyman'la beraber fili ile savaşa gidiyor, kan revan canavarlaşan insanları yakından görüyor, Mimar Sinan'la birlikte yine filin desteği ile eserlere destek oluyor, yeri geliyor hapse düşüp aylarca güneş yüzü görmüyor, yeri geliyor sağlam kemiği kalmayıncaya kadar dövülüyor. Bu arada gönlünü Mihrimah'a kaptırıyor, onun sadece oyuncak gibi oynadığı bir kulu olduğunu bilmeden kör kütük aşık oluyor. Zor zamanlarından hep bir çingene sayesinde kurtuluyor oluşu da bir değişik bakış açısı kazandırıyor bizlere, tiksintiyle baktığımız insanlara bile muhtaç olabildiğimizi gösteriyor yazar bize defalarca.
Mimar Sinan geceli gündüzlü kendini yaptığa işe verip  mükemmeli yakalamak için koşturuyor yine de her eserinde kimsenin göremeyeceği bir ufak kusur bırakıyor. O dönemde gelen vebanın aldığı insanları, yangınları ve selleri izliyoruz zaman zaman. 4 kalfadan birini dilsiz Yusuf zannederken kız olduğu anlaşılmasın diye Mimar Sinan tarafından dilsizmiş gibi gösterilen odalık ama çok yetenekli Sancha olduğunu öğreniyoruz. Bir diğer kalfasının ise yapayalnız vebadan ölümüne tanıklık ediyoruz. Yakın arkadaş Davud'un esasında bir hain olduğunu, paraya pula şaşaaya düşkünlüğünü ve özünde Osmanlı'dan nefret ettiğini görüyoruz. Onun hainliğini öğrendiğinde çorap söküğü gibi konular bir anda annesi tarafından istemediği bir adamla evlendirilen, babasına aşık, hem çok duygusal hem çok acımasız ve güçlü bir kadın olan Mihrimah'a bağlanıveriyor. Babasına ceza vermek istedikçe Davud'u kullanarak Mimar Sinan'ın eserlerini yavaşlatmak için tuzaklar kurduğunu okuyoruz. Aralarda Takiyeddin'in, usta gök bilimcinin rasathanesini ve kitaplarının nasıl yakılıp yıkıldığını görünce içimiz acıyor. Sonunda Mimar Sinan, bu çok çalışkan, 50 yıl ser mimarlık yapmış adam 99,5 yaşında her eserinde bıraktığı kusur gibi kendini de 100'e tamamlamadan göçüp gidiyor bu diyardan. Cihan'da yüz yaşını aşmış, Hindistan'da Tac Mahal eserine destek olurken ölüyor. Upuzun ömürlere sığan binlerce hikaye, soğuk harem koğuşlarında milyonlarca olay, güçlü kadınlar, boğdurulan kardeşler, iki dudağın arasında geçen ömürler... Bilmediğimiz, şaşırdığımız hikayeler değiller ama büyük ustaya saygıyla detaylara inmek ilgi çekici idi...

Bu akıcı kitabı 470 sayfasına bakmadan bir nefeste okuyacağınıza eminim...


Sevgiler,
Ece


29 Mayıs 2018 Salı

En kıymetli anlaşma!


Bugün sizlerle yine Don Miguel Ruiz'e konuk olacağız. Yazar bize, hayat boyu yapmamız gereken 4 adet çok kıymetli anlaşmayı anlatacak...

Kitap Adı: 4 Anlaşma
Yazar: Don Miguel Ruiz
Ötesi Yayıncılık

Hayata bir kez geldiğinin farkında olan, sevgi dolu insanlar size sesleniyorum; öyle güzel ve net anlaşmalar yapın ki kendinizle bir anda ruhunuz doysun, mutluluğunuz artsın.
Bir önceki yazımda ustaca sevmek kitabından bahsetmiştim ve insanın kendini sevdiğinde hayatının nasıl değişebileceğini anlatmıştım. Şimdi de diyorum ki, anlaşın kendinizle iyice farklılaşsın hayatınız.

Kendinizle, başka insanlarla, Tanrıyla, toplumla, anne babanızla, eşinizle, çocuklarınızla, yaşam rüyanızla binlerce anlaşma yaptınız. Ama bunların içindeki önemli anlaşmalar, kendinizle yaptığınız anlaşmalardır. Bu anlaşmalarda kendinize kim olduğunuzu, ne hissettiğinizi, neye inandığınızı ve nasıl davrandığınızı belirlediniz. Peki aslında hangi anlaşmaları yapmalıyız kendimizle; 4 adet anlaşma yapıyor Toltekler;

1. Ağzınızdan çıkan sözlere özen gösterin
Bu kural o kadar önemli ki inanamazsınız. Devamlı birileri size sen ne aptalsın, ne beceriksizsin dese, bi müddet sonra inanamaya başlıyor bünye, evet ya diyor beceriksizim baya.. Olumsuz sözcükler çıkarmayın ağzınızdan, korktuğum başıma geldiler olmasın hayatınızda.. Çünkü söyleyip söyleyip beyninizi odaklıyorsunuz! Dedikodu da yapmayın örneğin (benim için çok zor olacak:)) ama evet, negatif enerji ile yüklemeyin bedeninizi ve zihninizi... Siz Allahın yarattığı çok akıllı ve güzel varlıklarsınız, farkında olalım o şekilde seçelim kelimelerimizi.

2. Hiçbir şeyi kendi üzerinize almayın
Bunu da ne yoğun şekilde yapıyoruz farkında olmadan. Belki eşiniz, dostunuz sizinle buluşmaya günün bütün stresi ve kızgınlığı ile geldi, yoksa size neden ukala ve sert davransın ki sebep yokken, unutmayın herkes kendi çöplüğü ile uğraşıyor. Dünya sadece sizin etrafınızda dönmüyor.. İnsanlar her an yeni bir şeyler yaşayabiliyor ve tümünün sizinle alakası olmasını bekleyemezsiniz. Birine kızıyorsanız bilin ki kendinize kızıyorsunuz. Sakinleşin, sizinle ne alakası var, herkes kendiyle uğraşıyor..

3.Varsayımda bulunmayın
İşte benim için çok zor bir anlaşma daha! Nasıl yani, ikili muhabbetten sonra ve hatta o anda bile zihnim başlıyor çalışmaya; "hımmm bunu söyledi aslında şunu demek istedi, tabi tabi şu olduğu için böyle davranıyor" vs vs vs. İşte bunu yapmamalı, anda kalıp sadece o anlık konuşmalı, şundandır diye düşünmeden hareket etmeliyiz. Çok zor olduğunun farkındayım ama zihninizin size ısıtıp ısıtıp tatsız geçmişi sunmasına izin vermeyin.

4.Daima yapabildiğinizin en iyisini yapın
Tabiki bir gün yaptığımız "en iyi" ile 3 gün sonra yaptığımız "en iyi" arasında fark olacak, ancak burda anlatılmak istenen her ne yapıyorsak tamamen ona odaklanmalı ve böylece o an yapabileceğimizin en iyisini ortaya çıkarmalıyız. Örneğin yemek mi yapıyorsunuz? Bırakın zihninizden geçen kim, nasıl, ya neden acaba hikayelerini... Sadece ana odaklanın ve yemeğinizi en güzel şekilde yapın! İçine sevgi kattık derler ya, o yemeği yaparken sadece yemeği güzel yapmaya odaklanır o insanlar, o yüzden ekstra lezzetli olur...

Bu anlaşmaları yaptığınızda her şeyin gittikçe kolaylaştığını deneyimleyeceksiniz. Bugün yeni bir rüyanın başlangıcı olsun!



Bu anlaşmaları yapabilmek için eski anlaşmalarınızı bozmanız gerekiyor, çocukluğunuzdan beri size öğretilen yargıçlık ve kurbanlığınızdan vazgeçmeniz ve özgürleşmeniz gerekiyor. Yaşamımızda yaptığımız şeylere baktığımızda çoğu yaptığımız şeyin başkalarını memnun etmek, kabul ve onay görmek için olduğunu görürüz. Kendimizi memnun etmek için ise çok az şey yaparız. Özgürlüğümüzün başına gelen işte budur. 
Farkında olup dönüşüme başlamalı ve sonunda sevgi ustası olmalısınız! 
Affetmek ise en güzel dönüştürücüdür!

Acı da, mutluluk da bir seçimdir.

Ve unutmayın; "sonsuzluğun ötesi içinizdedir!"

Sevgiler
Ece




25 Mayıs 2018 Cuma

Sonsuzluğun ötesi içimizdedir



Yine çok güzel bir başucu kitabı ile sizlerleyim; ustaca sevmek
Toltek bilgeliğini günümüze taşımayı hedefleyen "nagual" Don Miguel Ruiz, bizi sevgiyle tanıştırıyor...

Kitap: Ustaca Sevmek
Yazar : Don Miguel Ruiz
Ötesi Yayıncılık

Kendimizi gerçekten seviyor muyuz?
Çok eğlenceli, keyifli, herkesle iyi geçinen insanlarız veya içine dönük, depresif ve ruhsuz... Hepsinde içimize dönmeli ve bir bakmalıyız; sevgi neydi?
Ailemize, çocuğumuza, işimize, doğaya duyulan hoş bir his!

Tekrar düşünelim, sevgi hep başkalarına verdiğimiz, onlar mutluyken mutlu olduğumuz, üzgünken daha da üzgün olduğumuz, vefaker fedakar insan olmamızı sağlayan şey midir?
Sevgi biziz! Biz önce kendimizi sevmeliyiz, önemli olan tüm benliğinde kendini sevmek, çünkü her birimiz mükemmel varlıklarız, sizce de kendimizi sevmeyi haketmiyor muyuz?...

Fazlasını isteyenlere;

Toltek bilgeliği, insanların tanrı olduğu yerden gelen, yüzyıllar öncesine dayanan ritüelleri ve bilgileri araştırmak ve korumak için var. Don Miguel de Tolteklerden gelen ve bu bilgeliği yaymak isteyen bir usta (nagual)

Küçük kısa hikayeler ile detaylandırmış ustamız konuyu, örneğin bir üstat var, sıradan biri davet ediyor evine, kendisi gelmek yerine çeşitli muhtaç insanları gönderiyor, hepsine sevgi ile detsek oluyor üstat olduğunu bilmeden. Sevgiyi sunduğun herkes üstatdır!
Veya diyor ki herkesin deri hastalığına yakalandığını düşünün, dokununca acıyan.. Dokunurmusunuz? İletişiminiz nasıl olur... İşte bizim zihinlerimiz de öyle yaralı, sevme güdüsü ile zihnimizi iyileştirebiliriz diyor. Yaralanma korkusu içinde yaşamayın, korkunun olduğu yerde sevgi olmaz. Sevginin olduğu yerde korku barınamaz. Zihin bunu farketmenizi engellemeye çalışır, aynı anda geçmişten korkular yaşanmışlıklar sunar, gelecek kaygılarını işin içine katar, andan uzaklaştırır bizi.. Yapılması gereken zihine farkındayım benimle oynuyorsun, git ben düşünmeyeceğim bunları diyebilmektir. 3-4 yaşında çocuk olduğunuzu düşünün nasıl davranırdınız, nasıl korkusuz, nasıl umarsız, evcilleştirilmemiş bizler, aslında şimdi daha güçlüyüz, daha kendimizin farkında daha fazla ustayız, işte bu güvenle sevelim kendimizi ve herşeyi.

İçimizdeki yargıca hoşçakal diyelim ve kurbana da. Biz yargıç da değiliz, zavallı bir kurban da... Biz biziz, olduğumuz gibi sevgi dolu varlıklar.

Bir diğer hikayede sevgiye inanmayan bir adamın kendi gibi birine yıllar sonra aşık olduğunu anlatmış, adam ve kadın çok sevmişler birbirlerini, sonra adam yıldızları görmüş ve eline almış o kadar mutluymuş ki, bunu sevgilisi de yaşasın diye ona vermiş, kadın elinden düşürmüş ve kırmış yıldızları mutsuz olmuşlar, buradaki hata ise adam kadını mutlu edebileceğini sanmış, mutluluk başkasının verebileceği birşey değildir, mutluluk kendi içimizdedir.

Kimse kimsenin zihninde neler döndüğünü asla bilemez, hiç kimseyi çok çok iyi tanımanız mümkün değildir. Sevgide beklenti olmamalı. Bir köpeğiniz var, devamlı yemek ve su veriyorsunuz, aynısını ondan bekliyormusunuz, gelsin sizi sevsin şımartsın, ne derseniz muhakkak yapsın, yapmadı diyelim ona küsüyormusunuz? Peki ailenize, arkadaşlarınıza biricik sevgilinize neden beklenti yüklüyorsunuz? Beklemeyin, sadece verin, veriyorum hayat bana geri verir diye değil, sevgi veriyoruz yahu.. Biz de aslında dünyaya yetebilecek kadar çok olan şeyi veriyoruz, beklentisiz yapalım... Siz her ikili ilişkide sadece kendi yarınızdan sorumlusunuz. İlişkinin diğer yarısı yaptığı işten kendisi için sorumlu... belki karşınızdaki Kendi çöp yığınıyla · uğraşıyor.. Siz kendinize bakın, o ne der, onu yaparsam bunun yapar gibi zihninizin ilişkinizi ele geçirmesine izin vermeyin!

Ne de olsa sihirli bir mutfağınız var! Düşünün sihirli mutfağınızda hergün canınız ne çekerse ne isterse onu yiyebiliyorsunuz, bir gün gelip biri size harika bir kek yaptım hadi bunu ye ve karşılığında ben ne istersem onu yap derse yaparmısınız? Ne gereği var değil mi? Zaten bizim sihirli ve o keki yapabilecek bir mutfağımız var. Bu mutfak içimizdeki sevgi, bolca olursa ve etrafa verirsek bize al sana sevgi veriyorum ne istersem yap diyene vereceğimiz cevap net olacaktır..

Yeni bir düş kuralım, korkusuz, sadece saf sevgi ile, yaratılanı severim yaratandan ötürü gibi..
Yargıç ve kurban olmayan bir düş..
Kendimizi gerçekten sevmezken aa ben çok mutluyum diye ortalıkta gezinmediğimiz bir düş...
Bedeninize hergün sevginizi sunun, aradaki farkı göreceksiniz..
Her şey sizin elinizdedir,başka birisinin değil. Ama önce duygusal bedeninizi nasıl iyileştireceğinizi öğrenmelisiniz.

"Kimse görmeyi reddeden birisinden daha fazla kör olamaz.İşitmek istemeyen insandan daha sağırı yoktur. Anlamak istemeyenden çılgını bulunmaz"

Rüzgarı hareket ettiren, bedeninize nefes veren güçsünüz siz. Bütün evren bu güçle hareket eden yaşayan bir varlık ve o sizsiniz. Siz yaşamsınız

Yaraları açtığımızda içlerindeki bütün zehirden temizleyeceğiz. Nasıl yapacağız bunu? Çözümü bize bundan iki bin yıl önce gösterildi; bağışlayarak. Yaraların zehrini akıtmanın yegane yolu budur. İyileşme budur. Üç yalın nokta; gerçek, bağışlayıcılık ve öz
sevgi.

Acı çekmeyi seçiyoruz, çünkü acı çekmeyi öğrendik. Aynı seçimleri yapmayı sürdürürsek acı çekmeye devam edeceğiz. Cennet de cehennem de şimdi, buradadır. Ölmeyi beklememize gerek yok. Yaşamınızın, eylemlerinizin sorumluluğunu üstlendiğinizde  gelecek ellerinizdedir. İşte o zaman bedeniniz daha hayattayken cennette yaşayabilirsiniz.

Bize "Siz insansınız, sınırlarınız da şunlar" diye öğretildi. Sonra da olanaklarımızı korkularımızla sınırladık. Siz, olduğunuza inandığınızsınız. Sizi bütün dünya sevebilir ama sizi mutlu edecek olan bu sevgi değildir. Sizi mutlu edecek olan, içinizden gelen sevgidir.


Unutmayın:
Sonsuzluğun ötesi içimizdedir!

Sevgiler,
Ece


21 Mart 2018 Çarşamba

Son zamanların yeni gözdesi - Nefes



Bugün son dönemde ısrarla bitirmek istediğim ama ancak 1 ayda tamamlayabildiğim bir kitaba değinmek istiyorum; Nefes.
Nevşah Fidan'ın Nefes kitabını hem sevdim hem sevmedim :') Haydi detaylara geçelim...

Kitabın Adı: Nefes
Yazarı: Nevşah Fidan
Doğan Kitap

Nefes konusu son dönemin en popüler konularından, çoğu kişiden "nefes terapisti" deneyimi ile ilgili bir şeyler duyuyorum. Merak edip deneyenlerdenim, henüz doğru koçla tanışmadığımı düşünüyorum ve nefese olan ilgim bitmedi. Bu nedenle bu işin üstadı olduğu söylenen Nevşah Fidan'ın kitabını büyük bir hevesle aldım.
Genel olarak kendisine katılıyorum; nefesi açmanın önemini, vücuduna oksijen gittiğinde vücudun hem fiziksel hem de ruhsal değişimini, inandığınızda gerçekten başaramayacağınız hiçbir şey olmadığını, bir mucize olduğumuzu ve farkındalık ile bu mucizeyi tüm hayatımıza yayabileceğimizi vb.. Sevmediğim kısmı ise fazlaca ego ile konuşulması, yani tüm insanlığın muhteşem varlıklar olduğunu söylüyor, egonun kötülüğünden bahsediyor ama her fırsatta bunu yaptım, şöyle iyiyim, böyle mükemmelim cümleleri beni rahatsız etti açıkçası, bir diğer rahatsızlığım da  kendisinin verdiği "mucize kursu"nun reklamını her bölümde bastırarak yapması...

Ama bizlere yine de kattığı çok şey var, detay isteyenleri yazının devamına beklerim;
Nefes = Yaşam diyor Nevşah Fidan, "Bu hayata nefes alarak geliyor ve aynı hayattan nefes vererek gidiyoruz. Göz kamaştıran bir gerçek bu"
Tüm kitap boyunca vurgulanan en önemli konu bu, farkına varın bu mucizevi şeyin, bebekler gibi nefes almanın, o senkronizasyonla ilerlemenin hayatımıza olumlu etkisini göreceksiniz.

Peki Güçlü ve Başarılı bir insan olmak için ne yapmalıyım?
 Yaşamınıza bakın; Yaşamınızda neler olup bittiğini gözden geçirmek için zaman ayırın. Geçmişte yaşadıklarınızı tekrar tekrar yanınızda getirmeyin, şu anı yaşayın. Burda nefis bir örnek de vermiş birçok kişi ile bağdaştırabileceğimiz, çocukluklarında sert ve ilgisiz babalarla büyüyen kızların sevgilileri ağızları ile kuş da tutsalar yetersiz sevgi göstermek ve ilgisizlik ile suçlanıyorlar. Görün size verilen değeri kızlar, görün ve eşinizi/sevgilinizi hayattan bezdirmeyin :)

The work çalışması;
Kendinize her olayda, karar anında  soracağınız sorulardan oluşuyor;
1- Kimi yada neyi sevmiyorsunuz? Kim ya da ne sizi kızdırıyor,üzüyor, hayal kırıklığına uğratıyor?
2-Bunların nasıl değişmesini, ne yapmalarını istersiniz?
3-Yapmaları, düşünmeleri gereken ya da gerekmeyen şey nedir? Onlara bir öneri getirebilirmisiniz?
4-Onların herhangibirşeyine ihtiyacınız var mı? Mutlu olmanız için size yapmaları gereken şey nedir?
5-Onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
6-Bu kişi ya da şeyle yaşamak istemediğiniz durum nedir? Neyi reddediyorsunuz?

Bu sorulara net cevaplar verin ve bu cevaplara göre durumu ve kişileri tekrar değerlendirin.

Herşeyin yolunda Gidebilmesi için 3 şey gerekli;
1-Farkındalık
2-İnanç/niyet
3-Teslimiyet

Birine yardımcı olmak istiyorsanız, size sorununu anlattığında acınası gözlerle bakmayın, aksine sizin kadar kuvvetli, herşeyin üstesinden gelebilecek mucizevi biri olduğunu hissettirin. Egonuzu değil karşınızdaki kişiyi düşünün...

Projeksiyon egzersizi;
İlginizi en çok çeken ürünü seçin, bir kağıda onun özelliklerini yazın, kendinizle ilgili özellikler olduğunu farkedeceksiniz.
ÖR: Laptop, neden onu çok sevdin? İnternete girip müzik dinleyebilirim, fotoğraf bakabilirim. Çok yönlü, çok fonksiyonlu mu, kendinle ilgili düşüncelerin gibi mi yani? Evet...

Tibetin gençlik pınarı egzersizleri

 
















40 günlük bolluk bereket planı


Bedenimizdeki yedi enerji merkezini aşağıdan başlayarak yukarıya doğru açan sesler sırasıyla:
A    E    İ   O    U  Ommmmm

Tam olarak doğal nefese ulaşabilmek için beslenmenin de çok önemli bir faktör olduğunu dile getiriyor. Vejeteryan bir beslenme metodu öneriyor. Yumurta, peynir, et vb ürünleri kesinlikle tüketmeyin derken veganlığa doğru çekiyor sizi. Bu konuda çok da güzel bilimsel bilgiler veriyor ancak bu kısmını benimseyebileceğimi zannetmiyorum:')

Tasavvufta nefesle ilgili de bir bölüm var. Her açıdan hem fiziki, hem ruhani hem de spiritüel bir çok konuya değiniyor.
Yaşamın bir film olduğu gerçeği ile bitiriyor kitabını yazar. Dokunduğumuz şeylere aslında %99,5 dokunmuyoruz, atam parçacıkları birbirini ittiriyor bizde dokunduk zannediyoruz, öyle bir aldatmaca yaşıyoruz diyor.
Bu hayata gelecekte izlemek istediklerini NİYETlerini yazarak devam et diyor.

Nereden geliyorum?
Nereye gidiyorum?
İşte yaşamınızı değiştirmeye başlamanız için iki basit soru.


Kitabın bazı bölümlerini birkaç kez okudum. 40 günlük bolluk bereket duasının da henüz 3. Günündeyim:) sonuçları isteyenler ile 37 gün sonra paylaşabilirim...
Kitabın aşırı reklam kokan tarafları haricinde hayatınızı güzelleştirebilecek çok fazla yanı var, denediğimizde faydalı olacağına inanıyorum. Bu nedenle benden 4 yıldız gidiyor kitaba.

Herkese doğal nefes alabilecekleri bolluk içinde bir ömür diliyorum...

Sevgiler,
Ece